Arabesk Radyo

Dini korku filmleri, sadece can sıkıcı şok sahneleri ve sıçrayan canavarlarla değil, insanın en derin korkularını, inançlarını ve varoluşsal çatışmalarını sorgulayan bir sanat formudur. Bu türdeki filmler, tanrıya olan inancın nasıl kırıldığını, ibadetin nasıl kandırıcı bir alet haline geldiğini, ve kutsal metinlerin nasıl çarpıtıldığını gösterir. Bu filmler, izleyiciyi yalnızca korkutmakla kalmaz, aynı zamanda kendi inanç sistemlerini sorgulamaya zorlar.

İnanç, korkunun temelini oluşturur

Dini korku filmlerinde korku, şeytanın varlığından değil, tanrının sessizliğinden gelir. The Exorcist (1973)’teki 12 yaşındaki kız, bir şeytan tarafından işgal edilir ama filmin gerçek korkusu, annesinin dua ederken kendi inancını kaybetmesidir. Kutsal kitaplar, ritüeller ve papazlar varken bile kurtuluş mümkün değilse, o zaman inanç ne kadar değerlidir? Bu soru, 1970’lerde Amerika’da dini kurumların güvenini yitirdiği bir dönemde yapıldı. Film, sadece bir şeytan hikayesi değil, bir toplumun tanrıya olan güveninin çöküşünü yansıtır.

The Witch (2015)’te ise korku, inançtan kaynaklanır. Bir puritan ailesi, topraklarını kaybedince, tanrının onları terk ettiğini düşünür. Kızın “Siz beni şeytana verdin” diyerek yaptığı itiraf, inançsızlığın nasıl korkuya dönüştüğünü gösterir. Burada şeytan, fiziksel bir varlık değil, toplumsal baskıların ve içsel suçlulukların bir ürünüdür. Film, inanç sisteminin kendi içinde nasıl çatırdadığını, bir ailenin nasıl kendi inançlarına inanarak kendi kendini yok ettiğini gösterir.

Şüphe, korkunun en güçlü silahıdır

İnanç, kesinlikle bir şeydir. Ama şüphe, onu sarsan bir sorudur. The Omen (1976)’da, bir diplomatın oğlunun şeytanın oğlu olduğu anlaşılır. Ama filmdeki korku, oğlunun doğduğu anda değil, onun kutsal bir varlık olup olmadığına dair sürekli kuşkularla başlar. Kimse onu doğrudan kanıtlayamaz. Tanrı’nın varlığı gibi, şeytanın varlığı da inançla kanıtlanır. Bu yüzden, korkunun kaynağı, şeytanın gerçekliği değil, onun gerçekliği olup olmadığına dair sorudur.

Hereditary (2018)’de, bir aile, kutsal bir cult’un kurbanı olur. Ama bu cult, hiçbir kutsal metinle, hiçbir papazla, hiçbir ibadetle başlamaz. Başlangıç, annenin annesinin gizli inançlarıdır. Şüphe, kanlı soydaşlıkla birleşir. Burada dini korku, dini kurumlarla değil, aile mirasıyla yayılır. Kimse bu inançları doğrulamaz, ama kimse inkâr edemez. Bu, dini korkunun en korkutucu hali: inanç, kanla kalıtsal hale gelmişse.

Şeytanlar, insanın yarattığı varlıklardır

Dini korku filmlerinde şeytanlar, klasik çizgi roman figürleri gibi değil, insanın kendi korkularının yansımasıdır. Session 9 (2001)’de, bir ruh sağlığı merkezinin terk edilmiş binasında çalışan ekip, bir şeytanın varlığını kanıtlamaya çalışır. Ama şeytan, kamera arka planında görünür, seslerde, duvardaki yazıda, birinin geçmişinde. Şeytan, dışarıda değil, içlerinde. Bu film, şeytanın tanımını değiştirir: şeytan, bir varlık değil, bir psikolojik süreçtir.

Relic (2020)’de, bir annenin bilişsel bozulması, bir şeytanın işgal ettiği gibi gösterilir. Kızı, annesinin davranışlarındaki değişiklikleri, bir ruhun hapsolduğu gibi yorumlar. Ama film, hiçbir şeytan göstermez. Sadece bir yaşlı kadının bedeninin, zihninin, ailesinin ona verdiği inançların çöküşünü gösterir. Şeytan, korku değil, unutulmanın korkusudur. Dini korku, burada, tanrıya inanmak yerine, birinin kim olduğunu unutmaktan korkmak haline gelir.

Bir aile, sembollerle kaplı kitaplarla masada oturur, arkada gizemli bir gölge vardır.

Kutsal metinlerin çarpıtılması

Dini korku filmlerinin çoğu, kutsal metinleri değil, onların yorumlarını korku aracı olarak kullanır. The Last Exorcism (2010)’da, bir papaz, kandırmaya çalışır. Ama sonunda, kandırmaya çalıştığı şeytan, gerçek olur. Film, dini kurumların kendi inançlarını sorguladığını gösterir. Eğer bir papaz, şeytanın varlığını inkâr ediyorsa, ama sonunda bir şeytan görürse, o zaman inanç neye dayanır?

The Vatican Tapes (2015)’te, Vatikan, bir genç kızı kurtarmak için bir exorcism yapar. Ama film, Vatikan’ın aslında bu tür olayları gizlediğini, kontrol altına aldığını ve kutsal metinleri siyasi amaçlar için kullandığını ima eder. Kutsal metinler, burada, güç elde etmek için kullanılır. İnanç, bir araç haline gelir. Bu, dini korkunun en tehlikeli yönüdür: inanç, korkuyla değil, kontrolle beslenir.

Korku, inançtan sonra gelir

En güçlü dini korku filmleri, korkuyu dışarıdan getirmez. Korkuyu, inançtan çıkarır. Bir insan, tanrıyı sevmeye devam ederken, aynı zamanda onun olmadığını düşünmeye başladığında, korku başlar. Bu, St. Agatha (2019)’deki bir rahibe için geçerlidir. O, inançla büyüdü, ama bir gün, tanrının sessiz olduğunu fark etti. Korkusu, şeytanın varlığı değil, tanrının yokluğuydı.

Bu tür filmler, izleyiciye sorar: Eğer tanrı yoksa, şeytan var mı? Eğer tanrı varsa, neden sessiz? Eğer şeytan varsa, o da bir tanrı mı? Bu sorular, sinemada değil, kendi içimizde cevaplanır. Dini korku filmleri, korku vermek için değil, inanç sorgulamak için yapılmıştır.

Bir yaşlı kadın ve torunu, telefonunda gizemli sembollerle birlikte sessizce oturur.

Modern dini korku: teknoloji ve inanç

2020’lerde dini korku, artık sadece kilisede değil, akıllı telefonlarda da yaşar. The Signal (2007) gibi filmler, bir bilgisayarın kutsal bir varlıkla iletişim kurduğunu ima eder. Unfriended (2014)’de, bir genç kız, sosyal medyada bir ruhu çağırmaya çalışır. Sonra, o ruh, onun tüm dijital varlığını ele geçirir. Burada, inanç, teknolojiye taşınır. Kutsal metinler, WhatsApp mesajlarına dönüşür. İbadet, bir video çağrısına dönüşür.

Dini korku artık, bir kilise binasında değil, bir telefon ekranında yaşar. Ve bu, daha korkutucudur. Çünkü artık, inançtan şüphe etmek için bir papaza gerek yok. Sadece Google’a soruyorsun: “Tanrı var mı?” Ve o, sana 12 milyon sonuç veriyor. Hangisini inanacaksın?

İnanç, korkunun karşıtı mı?

Bazıları, inanç ve korkuyu karşıt olarak görür. Ama dini korku filmleri, bunların birbirinin zıttı olmadığını gösterir. İnanç, korkunun kaynağıdır. Korku, inancın sonucudur. Bir insan, ne kadar güçlü inanıyorsa, o kadar çok korkar. Çünkü o, kaybetmeyi çok iyi bilir.

The Wailing (2016)’da, bir köyde bir salgın başlar. Kimse, hangi şeytanın sorumlu olduğunu bilmez. Papaz, şaman, polis, herkes kendi inanç sistemini savunur. Ama kimse, bir şeyi kesin olarak bilmiyor. Ve bu bilgisizlik, en büyük korkudur. Çünkü inanç, bilgiye dayanmadığında, korkuya dönüşür.

Dini korku filmleri, sadece şeytanları göstermez. İnsanları gösterir. Kimi, inançla kurtulmaya çalışır. Kimi, inançla kendini yok eder. Kimi, inançtan şüphe eder, ama korkudan kaçamaz. Hepsi, aynı soruyu tekrarlar: Ne inanmalıyım? Ve eğer inanmazsam, ne olur?

Bir yorum Yaz